KEŞMİR MESELESİ, DÜNÜ BUGÜNÜ - Prof. Dr. Halil Toker

Pakistan-Hindistan alt kıtasının kuzey batısında Himalaya Dağları üzerinde Keşmir adıyla anılan vadi, yüzyıllardır medeni dünyaya karşı bir dava yürütmekte ve adalet talep etmektedir. Fakat ne Doğunun, ne Batının umurundadır bu durum. Ne İslam alemi, ne de her zaman “insan hakları”nın ayaklar altına alındığından dem vuran dünyanın öteki devletleri, burunlarının ucunda vahşice oynanan bu insafsızlık ve haksızlık oyunu karşısında tepki göstermekte, Keşmir halkına destek vermektedir. Keşmir’in güzellikleri ve özellikle üzerinde yer aldığı coğrafyanın ona kazandırdığı stratejik getiriler halkının karşısına hep götürü şeklinde çıkmış, her dönemde Keşmirliler hep haksızlığa uğrayan ve kaybeden tarafta yer almıştır. Bölgeyle ilgili ilk bilgiler mitolojik dönemlere kadar gitmekte olup, takib eden dönemlerde bölge çeşitli kavimlerin istilasına uğramış, ancak en büyük yıkım Moğollardan gelmiştir. Keşmir’i yakıp yıkan ve halkını katleden Moğolların bölgeden ayrılışının ardından İslâm dini bölgede hızla yayılmış, gerek bölgede kurulan Müslüman devletleri gerekse bölgeyi daha sonraki yüzyıllarda ele geçiren Babürlüler zamanında geniş çaplı ilerlemeler kaydedilmiş, bölge göreceli bir refah seviyesine ulaşmıştır. Babürlülerin çöküş dönemine girmesi Keşmirliler için günümüze kadar sürecek meş’um bir sürecin başlangıcının habercisidir. Afganistan Devleti'nin kurucusu Ahmed Şah Abdâli'nin Patipat'ta Babürlüleri yenilgiye uğratmasının ardından Keşmir Afganlar'ın yönetimine geçmiştir. Afganlar, bölgede sert ve zorba bir yönetim kurmuşlardır kurmasına, ancak 1819'da Afganlar'ı yenerek bölgeye gelen Pencablı Sikhler, Keşmir'in üzerine bir kabus gibi çökmüştür. O günlerde ağır vergiler ve akla hayale gelmez zorbalıklar altında ezilen Keşmirliler Müslüman 'ın "bir hayvan kadar" dahi değeri bulunmadığı -bir Keşmirli Müslüman'ı öldürmenin cezası sadece birkaç rupi olduğu- bir dönem yaşamıştır. Ekonomik sömürü had safhaya ulaşmış ve dinî özgürlükler ortadan kalkmıştır. Cemâatle namaz kılınmasına izin verilmemiştir.
Nisbeten kısa süren bu kabus dönemini, Sikhler'i yenen İngilizler'in Keşmir'i 16 Mart 1846'da 7.500.000 rupiye, halkıyla birlikte, Cammulu mutaassıp bir Hindu'ya, Maharaca Gulam Singh’e,  satmasıyla başlayan daha uzun bir kabus dönemi izlemiştir. Dönemin nüfusu göz önüne alındığında bir Keşmirli 7 rupiye satılmıştır. Gulam Singh iktidarı ele geçirir geçirmez Müslümanlar üzerinde baskı ve şiddet uygulamaya koyuldu. Kısa bir süre içinde Keşmir halkı değer verilmeyen hamal ve işçilerden farksız bir konuma sokuldu. Siyasî ve sosyal sömürü Müslümanların yaşamını çekilmez bir hâle getirmiş, zalimce alınan vergiler kanlarının son  damlasını dahi tüketmişti. Akla hayale gelmeyecek türden haksız vergiler konulmuştu; pencereler için vergi, evdeki ocaklar için vergi, eş için, havyanlar için, her tür meslek için, hatta baca yapılması için bile vergi vardı. Ayrıca Müslüman gençlerin Hindu askerlerinin ağır baskısı altında köleler gibi çalışmak zorunda bırakıldıkları zorunlu işçilik uygulaması vardı. Toplum bütün  haklardan mahrum bırakılmıştı. Üstelik şikayet etmeye dahi hakları yoktu. Bir Müslüman bölgeden geçen bir gezgine içinde bulunduğu kötü durumu anlatsa, kendini cezaevinde bulurdu. Bu duruma İngiliz hükümeti de müdahalede bulunmuyordu. Çünkü Pencap’ta Sihler’in gücünü kıran ve 1857’de Sipahî Ayaklanması sırasında askerlerini göndererek İngilizler’e hizmet eden Gulâb Singh idi. Bu da İngilizler’in Keşmir’de yapılan tüm zulüm ve baskılara göz yumması sonucunu doğuruyordu.Bu dönemde yaşamların  tüm safhalarında dışlanmışlığı, itilmişliği ve baskıyı şiddetle hisseden Keşmirli Müslümanlar, belki de yüzyıllardır süregelen ezilmişliğin meydana getirdiği bir tür içgüdüyle, yapılanlara karşı koymamış ya da koyma gücünü kendinde bulamamıştır.
XX. yüzyılın başları, eski dünya düzeninde değişme emarelerinin görüldüğü yıllardır. Tüm dünyada olduğu gibi, dönemin süper gücü, Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk Britanya’nın sömürgelerindeki halklar arasında sosyal ve siyasî hayatta kıpırdanmalar gerçekleşmektedir. Özellikle artan sayıdaki modern eğitim almış gençler, yeni arayışlara ve içinde bulundukları esarete tepki duymaya ve tepkilerini çeşitli yöntemlerle göstermeye başlamışlardır. Bu tepkilerin en hararetli biçimde kendini gösterdiği yer ise Hindistan’dır. Yavaş yavaş başka bir ülkenin sömürgesi kalamayacaklarını hisseden Hindistan düşünür ve siyaset adamları -tabiî ki buna o günlerde Pakistanlılar da dahildir- teşkilatlanarak bu düşüncelerini yaymaya başlamışlardır. Tarihinin hiçbir döneminde doğrudan Hindistan’ın bir parçası olmamakla birlikte Keşmirliler’in komşuları Hindistan’da yaşananlardan bigâne kalması mümkün değildir ve özellikle ‘özgürlük ve kendi geleceğini tayin etme’ gibi düşünceler orada eğitim almış gençler aracılığıyla Keşmir’e gelmeye başlar. Hindistan’da eğitim alarak geri dönen Keşmirli genç Müslümanlar, hürriyet düşüncesini bölgeye taşımışlardır. 1931’de peşpeşe gelen iki olay, Müslümanların ayaklanmasıyla sonuçlanmıştır. Bu olayların ilki, Kurân-ı Kerim’e yapılan ve tüm bölge halkını protestoya yönelten saygısızlık; diğeri, 13 Temmuz 1931’de Srinagar’da Keşmirli bir genç olan Abdulkadir’in ayaklanma çıkarmaya teşvik davasının kapalı bir odada değil, kamuoyuna açık bir şekilde yapılmasını barışçı bir şekilde talep eden kalabalığın üzerine polisin ateş açmasıydı. Bu üzücü olayda 22 Müslüman şehid olmuş ve yüzlercesi yaralanmıştı. Olay üzerine şehirde sıkı yönetim ilân edilmiş, tüm gün silahsız Müslümanlar üzerine körü körüne ateş açılmış, evlerinden çıkarılarak acımasızca cezalandırılmış, malları yağmalanmış, genç kadınların namuslarına el uzatılmış ve tüm ileri gelen Müslüman önderler tutuklanmıştı. Keşmir’de çıkan bu ayaklanma her ne kadar Maharaca’nın güç kullanmasıyla kontrol altına alındıysa da, Keşmir Müslümanlarının zihinlerinde kendi hakları için kurban verme bilincini canlandırmıştır ve bugün de bu kurban verme silsilesi sürmektedir.
14-15 Ağustos 1947’de Hindistan ve Pakistan bağımsızlıklarını kazanır. 1947 öncesinde Cammu ve Keşmir, Britanya hükümetenin denetimindeki 560 yerel devletten biriydi. Britanya hükümeti Hindistan’a bağımsızlığını verme kararı alınca yerel Hint devletleriyle ilgili olarak; yerel devletlerin Hindistan veya Pakistan’dan birine iltihak edebileceklerini, fakat bu karar alınırken halkın istek ve devletin coğrafî konumunu göz önünde bulundurmaları gerektiği, kararı verilmişti. Yani iltihak kararı alınırken genel olarak coğrafî konum, halkın dinî eğilimleri, çıkarları v.s. etkenler üzerinde durulacak hususlardı.
Coğrafî açıdan bakıldığında Keşmir’in Pakistan ile ortak sınırı 1.174 kilometre, Hindistan’la ise 510 kilometredir ve Hindistan ile arasındaki sınırın ancak 48 kilometresi yolculuk yapmaya uygun olup geri kalan sınırını ise dünyanın en uzun ve geçit vermeyen dağ silsilesi teşkil etmektedir. Hindistan’ın bölünmesinden önce Keşmir’in tüm bağlantıları Pakistan ile ortaktı ve Keşmir’in tüm ırmakları Pakistan topraklarına akmaktaydı ve bu hâlen de böyledir. Diğer önemli nokta, din konusudur; o günlerde Keşmir nüfusunun %80’i Müslümanlardan müteşekkildi. Dolayısıyla 14 Ağustos 1947’de alt kıta üzerinde özgürlük güneşi parladığında, Cammu ve Keşmir’de Pakistan’ın kuruluşu kutlamaları yapılıp Pakistan bayrağı dalgalandırılarak önünde selam duruşunda bulunuldu. Bölgenin tüm büyük şehirlerinde Pakistan’a iltihak lehinde toplantılar ve yürüyüşler yapıldı.
Oysa o sırada Cammu ve Keşmir Maharacası tâ başından itibaren başka bir oyunun peşindeydi. Bir yandan Hindistan yönetimi ve İngilizler ile işbirliği içine girmişken, öte yandan Pakistan’ı aldatma ve halkı kandırmakla meşguldü. Bunun en önemli kanıtı, doğrudan iltihak yerine, Pakistan’la geçici bir süre için İngilizlerle arasındaki ilişkiler türünden ilişkilerin yürütülmesini sağlayan ve 15 Ağustos 1947’de imzalanan “mevcut durumu sürdürme” anlaşmasıydı. Pakistan, bunun nihaî iltihak için ilk adım olduğunu düşünürken, Maharaca başka entrikalarla uğraşmaktaydı.
Temmuz 1947’de Maharaca, bölgedeki Müslüman tebasına tüm silahlarını hükümete teslim etme emrini vermiş, ordu ve polis kuvvetlerinde bulunan bütün Müslümanlar Ağustos 1947’ye kadar silahsızlandırılmıştı. Diğer taraftan Müslüman karşıtı aşırı Hindu örgütleriyle bağlantı kurulmuştu. Cammu’yu üs hâline getiren bu örgütler devletin polis ve ordusunun yardımıyla organize bir şekilde Müslümanlara saldırıya başladılar. Bu korkunç faaliyetler, tüm Keşmir’de yürütülmekle beraber bu gurupların asıl hedefi; Ponçh, Mirpur ve hemen hemen tüm Cammu eyaletiydi. Polis, yerel Hindular işbirliği içerisinde Eylül 1947’de büyük boyutlu katliâmlara giriştiler. Binlerce Müslüman öldürüldü, malları yağmalandı ve kadınlarının namuslarına el uzatıldı; kurtulan Müslümanlar ise Pakistan’a doğru sürüldü.
Maharaca ile Hindistan ve İngiliz siyasetçilerinin Keşmir üzerindeki emellerinin kötülüğü, bir manevrayla Hindistan’ı Cammu ve Keşmir’e bağlayan Müslüman çoğunluğa sahip bir bölge olan Gurdaspur’u Hindistan’a teslim etmesinden anlaşılabilir. Böylelikle Hindistan için Keşmir’e giriş kapısı açılmıştı. Bu olay, Keşmir meselesinin ortaya çıkışında İngiliz siyasetçileri son derece kötü bir rol üstlendiklerini gösterdi.
Bölgede hızlı ve sistemli bir biçimde Müslümanların öldürülmeleri diğer bölge Müslümanlarını harekete geçirdi. Ekim 1947’de 1846’dan beri, yani yüz yıldır özgürlük mücadelesine önderlik etmiş olan cesur Ponçh  bölgesi Müslümanları ayaklandı. Zâten daha önceden Maharaca’ya vergi vermeyi reddeden bu insanlar, özgürlük için silaha sarıldılar. İsyan ateşi tutuşmuştu. Bu haberler Pakistan’a ulaştığında tüm Pakistan’da üzüntü ve öfke dalgası yayıldı. Sınır Eyaleti’ndeki kabile mensupları, Keşmirlilerin yardımına koştu. Tarihî açıdan Keşmir ve Pakistan’ın kuzey bölgesi her zaman bir bütün teşkil etmiş ve kuzey bölgesi halkı, her dönem ve merhalede Keşmirliler’in mücadelesine destek olmuşlardı.
Böylelikle Keşmir’in özgürlük mücahitleri giriştikleri operasyonlarla Keşmir’in büyük bir kısmını Maharaca’nın pençesinden kurtarmıştı. 24 Ekim 1947’de Müslüman Konferansı’nın himayesinde Özgür Cammu ve Keşmir Hükümeti kuruldu ve Serdar Muhammed İbrahim ilk cumhurbaşkanı oldu. 51 kilometre karelik bir alanı kapsayan bu kurtarılmış bölgeye Âzâd Keşmir (Özgür Keşmir), Gilgit ve Baltistan denilmektedir. Tüm bu bölge yaklaşık 70  yıldır Pakistan’ın denetimi altında, Pakistan’ın fiili bir parçasını oluşturmaktadır. Geri kalan kısım ise “İşgal Altındaki Keşmir”dir. Bu bölgede geçen 70yıldır Hindistan’ın neler yaptığı incelenmesi gereken ayrı bir konudur.
Burada, yarım yüzyıldan fazla zaman  geçmesine rağmen bölgenin kaderini bölge halkının istekleri ve görüşü doğrultusunda neden tayin edilmediği kafaları kurcalayan bir soru işaretidir.
Bunun en basit tarzda yanıtı, çözümü Hindistan’ın taassubu ve terörünün engellediğidir. Oysa birçok çözüm olanağı mevcuttur. Halk oylaması yapılması ile ilgili Birleşmiş Milletler kararları mevcuttur, ancak böyle bir çözüme gidilmemektedir. Çünkü Hindistan, halk oylamasının sonucunu bilmekte ve nüfusun oranının kendi lehinde değişmesini beklemektedir. Yoksa yüzbinlerce Keşmirlinin katliâmı ve zorla yerlerinden edilmesinin ne anlamı olabilir?
2011 yılı verilerine göre 12 milyon civarındaki nüfusu ile Keşmir, aslında Pakistan için son derece hayati bir öneme sahiptir. Pakistan'ın önemli sayılan beş nehrinin beşi de buradan doğmaktadır. Bu arada doğal güzellikleri sayesinde de bu bölgenin önemli bir turizm potansiyeline sahip olduğunu belirtmek gerekir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 13 Ağustos 1948'de aldığı karar, her iki ülke tarafından kabul edildi. Pakistan, Birleşmiş Milletler'in aldığı referanduma gidilmesi kararının Hindistan tarafından uygulanmadığından şikayet etmektedir. Hindistan tarafı ise, 20 Ağustos 1948'de kabul ettiği "Pakistan askerinin ve ikinci bölümde bahsedilen diğer unsurların çekilmesinden sonra Hindistan'ın kanun ve düzeni temin amacıyla tutacakları yeterli miktar hariç, kendi kuvvetlerini çekmesi ve referandumun bundan sonra yapılması..." kararına dayanarak Pakistan'ın bugüne değin bölgedeki gücünü çekmediğini belirtmektedir. Yani Hindistan, halk oylamasına gitmeyişini Pakistan'ın askerlerinin bölgeden çekilmesine bağlamaktadır.

Hindistan ve Pakistan, bu sorun yüzünden 1947, 1965 ve 1971'de savaşmış, her iki ülke de maddî ve manevî olarak büyük kayıplar vermiştir. Hindistan özellikle son aylarda aslında kullanılması yasak olan misket bomba kullanarak binlerce Keşmirli Müslümanı öldürmüş on binlercesini kör etmiş, sakat bırakmıştır. Birleşmiş Milletlerin de tepksiz kaldığı bu durum vicdanlarda hala kanayan bir yara olarak varlığını sürdürmektedir.

No comments:

Post a Comment